İşte Özcan'ın yazısı;
Her karışında buram buram anne duası taşıyıp,topraklarını inananlara secde yapan, üzerinde yaşamanın bedelini ecdadın kanıyla ödediği bu vatan; kılıçlarının ucunda merhamet, Viyana kapılarına kadar Allah’ın adını taşıyan, Çanakkale’de, değmesin mabedine namahrem eli diye göğsünü düşmana siper eden, Gabar’da,Hakkari’de,Diyar-i Bekir’de ve Ay yıldızın dalgalandığı her yeri namus belleyip nöbetini tutarken şehid düşen binlerce aslana yurt oldu. Yunus Emreler, Mevlanalar,Ahmed Yeseviler bu vatanın gölgesinde hayat buldu. Cenk meydanlarında bir uğultu oldu adı bazen, şehitlerin dudaklarından semaya yükselen, bazen de gözyaşı oldu yüreği buruk mazlumların yanaklarından toprağa düşen. Meşakkat alın yazısıydı sanki, hiç sıradan olmadı ki hep zor oldu bu topraklarda yaşamak. Karanlık odalarda küfrü kendine kalkan, namussuzluğu yaşam gayesi yapan şeytan stajyerlerinin kurdukları kirli hesapların odağı oldu hep. Matem meltemleri eksik olmadı hiç dağlarında. Üzerinde yaşayanlar hor görüldü, ezildi. Ne zaman başını kaldıracak olsa, küresel küfür çetelerinin hedefi oldu, yüzyıllarca üç kıtada hüküm sürerken, köşesine çekilmek zorunda kaldı sessizce. Kime güvendiyse boşa çıktı.
Ve bizler, bu topraklarda yaşamakla şereflendirilmiş millet olarak, tarihimizi içimiz buruk yad ettik senelerce. Küresel çeteler birer ikişer markalayıp vitrine koyarken bizi, sesi kısıldı topraklarımızdan gelen destanın. Tebessümümüzdeki acı sırtımızdaki bıçaklardandı hep. Topraklarında zulüm başları sadece rükuda eğildiği için hüküm süren bütün Müslüman coğrafyasından gelen çığlık kulaklarımızı tırmalarken, öz yurdumuzda garip olmanın verdiği acıyla, kolu kanadı kırık umutlarımızı secdelere fısıldadık sessizce. Hür, özgür irademizle devletin başına geçenlerin ayaklarına, legal terör devletlerince çelmeler takılırken, yüreğimiz parçalandı, sustuk. ‘’Bir sağdan, bir soldan’’ koparılırken gencecik fidanlar, içimize aktı acılar. Her seferinde yeniden kalktık ayağa, Malazgirt’te kefeniyle savaşan Alpaslan’ın torunlarına yakışmazdı durmak.
Biz sırtımızda kapanmamış yaralarla yeryüzünü tekeline alıp zalimlikte yarışan kocaman canavarlara kafa tutarken, 15 Temmuz gecesi başka bir kabusa uyandık. Çünkü hançer bu sefer hiç beklemediğimiz yerden geldi. Taif taşlarıyla Pensilvanya’dan Tel Aviv’e yol yapan, bu yolda binlerce iyi niyeti,duayı,kendi çıkarına asfalt yapıp,dillerde Allah kelamıyla toplanan himmet paralarını kumar masalarına meze,köpük partilerine eğlence yapanlar bu milletin iradesine el koymak istedi.
Pensilvanya şeytanının önderliğinde kendilerine ihanetten mermiler yapanlar zannettiler ki silahlarından çıkacak mermiler susturacak hakkı
Zannettiler ki, ayetlerle çevreledikleri hainliğe kanacak bu millet
Zannettiler ki korkacak, boyun eğecek, sokakları tank paletlerinin ihanetiyle çınlarken tıkayacak kulaklarını, susacak.
İşte o anda yeryüzünde başka hiçbir milletin anlayamayacağı bir şey oldu. Yıllarca her şeyi içine atan, susan, kırık kalbini inşirahla teskin eden, dualarla yol arkadaşlığı yapan insanlar sokağa döküldü. Minarelerden yükselen sela sesleriyle zırha bürünürken sema, ecdadın kanıyla ıslanan toprak fısıldadı kulaklara; KORKMA!
Ve ölüme yürüdü insanlar.. Hem de hiç tereddüt etmeden. Muhtaç oldukları kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttu çünkü. Asım’ın neslini Çanakkale de gören bu topraklar, toplumun her kesiminden insanın vatanı için düşünmeden tanka, uçağa kafa tutarken bir olmasını, Hakkın tek vücutta birleşmesine tekrar şahit oluyordu. Biz buyduk çünkü. Hollywood’un sahte kahramanlarına ihtiyacımız yoktu. Yiğidin harman olduğu topraklarda hayatımız pahasına ölüme meydan okuyorduk. Tebessüm ediyordu toprak altında binlerce kefensiz yatan. Onlar da aynı yoldan sonsuzluğa adım atmışlardı çünkü.
Ancak Aklını kiraya verenler hesap edemedi mermilere göğsünü gere gere yürüyen vatan evlatlarını, arkasına saklandıkları tankların önüne yatan kahramanları. Ecdadı çanakkalede ölüme yürüyen milletin evlatlarını, emanete sahip çıkamayacak sandılar 1000 yıldır yüreğimizde kor gibi taşıdığımız aşkı yitirdik sandılar.
O aşk ki, Ömer’in darbeci generalin alnına attığı kurşunun üzerindeydi, o aşk ki, omuzlarında ümmetin yükü, tankın altında şehadet şerbetini içen kadının gözlerindeydi, o aşk ki; ölüm yağarken gökten, ölüme yürüyen milletin yüreğindeydi.
Ömer’in şehadeti aydınlatırken karanlık geceyi, bir kez daha farkına vardık ki, biz tarihi yeni baştan yazmadıkça, bizim olanı geri alıp, yeryüzüne adaleti yaymadıkça durmayacaklar. Çünkü bu zorlu coğrafyada küresel çetelerin önüne dikilebilen tek millet biziz. Eğer okçular tepesi düşerse, geriye sadece bir hiç kalır. Gazze’ye gökyüzünden ölüm yağar, Kudüs’ün kaderi de , Kahire’nin kaderi de,Bağdat’ın,Bosna’nın kaderi de matem olur.
Biz 15 Temmuz’da en önemli adımı attık; eğer ringe çıkarsak vurduğumuzu devirebileceğimizi bütün dünyaya kanıtladık. Savaş çoktan başladı, görünmez cephelerde mutlak zafer için daha çok çalışmalı, daha çok okumalı, daha çok gözü kara olmalıyız. Artık korkacak taraf biz değiliz çünkü seccadesinden başka duası olmayan Yusuflar kuyudan çıktı artık!
15 Temmuz İbrahim’in torunlarının mesajıdır, bu millete zincir vuracağını sanan çılgınlara ve kırık kalplerini dudaklarında İnşirahla teskin eden yüreği buruk bütün Müslüman coğrafyasına.
Hülasa Üstad Necip Fazıl’ın da dediği gibi; surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes, ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es