13. yüzyıldaMoğol istilasından kurtulan birkaç ülkeden biri de Hindistan’dı...
Kendilerine dokunulmamasının verdiği güç ile zevk sefaya daldılar…
Haram helalin kimsenin umurunda olmadığı bir dönem yaşadılar, başlarında da Hint Türk imparatorlarından Ekber Şah vardı...
Ülkesinde her türlü ıslahatı savaşçı kişiliği ile uygulayan hükümdar, ordu konusunda askeri bir deha, iyi bir idareci ama bunları uygularken acımasızlığından ödün vermeyen, her şeyin kendi istediği tarzda olması için kandan çekinmeyen bir liderdi…
Onlarca ıslahatının yanında din onun en önemli icraatı olacaktı çünkü kendi topraklarında başkasının sözleri onu rahatsız etmekteydi...
Topraklarında bulunan Mecusi, Hindu, Budist, Hıristiyan ve Müslüman âlimler için büyük bir yapı inşa ettirdi ve “Buraya geleceksiniz ve burada hem ibadet hem dini tartışmaları yapacaksınız” diye emir verdi… Tarih 1575...
Sözde bu dinler arası diyalog ve dinleri ortak havuzda toplayıp tek bir kitap ve görüş çıkarma projesinin başlangıcı bu olmuştur…
Tartışmalar hep İslamiyet’in neden en son ve en üstün din olrduğu üzerineydi…
“Bizim dinlerimizinde güzel tarafları var. Bakın inek güzeldir, ateş hem ısıtır hem pişirir, bu heykelleri acıkınca da yersiniz. Vücudunuzada faydalı, hem c vitamini de var” nevindenilmi (!) görüşler beyan ettiler…
Bir yandanda Müslümanları üstünlük taslamakla itham ettiler…
Çoğunluğun putperest ve şaman olduğu yerde, cennetle, vahiy ile, peygamberler ile, namaz ile alaylar edilmeye başlandı ve İslamiyet’i kendi güçlerini kullanarak ezmeyi başardılar...
Bunda en çok “Tüm dinleri dostluk ve barışta birleştirebiliriz. Mezhepsiz olabilir, dinin ortak noktalarını toplayabiliriz” düşüncesi hâkim olan hükümdarın hocası ve o hocaya tabi hükümdarın iki oğlunun etkisi çok büyük olmuştu...
Ve yıllar süren bu diyalog 1582’de “Tanrısal din” diye bir ifade ile yeni bir dinin doğmasına sebep oldu…
Tüm dinlerin ortak özelliklerini alan bu din en üstün din idi… Ortak özellik sevgi ve dostluktu; içinde ibadetin olmadığı,dahası her dinden birşeylerin olduğu karma bir dindi bu…
Namaz, oruç, vb ibadetlerin olmadığı yeni bir sevgi dini…
O kadar ki “La ilahe illallah, Ekber halifetullah”, yani Allah’tan başka Tanrı yoktur ve Ekber onun vekilidir kelimesi artık şehadetin yeni hali idi...
İbadetsiz, haramı helali zenginlerin tespit ettiği bu dindeMecusilerin atesini alarak sarayda ateş yakıldı ve önünde saygılı olunması emredildi…
Bazı günler çan çalındı, haç kullanıldı, ayinler yapıldı, Hindulara hürmeten arada güneşe secde günleri tertip edildi, sığırlara hürmet seansları düzenlendi…
Arapça öğrenmek,din anlatmak kesinlikle yasaklandı; neticede İslam âlimleri ülkeyi terk etmek zorunda kaldı çünkü yeni dinimiz hoşgörü (!) dini idi...
Faiz, içki, kumar, eğlenmek, sevinç,bunlar güzel şeylerdi, ölüler yakılacak ya da denize atılacak, Müslüman öldüğünde ayakları kıbleye gelecek şekilde defnedilecekti…
Yıllar böyle geçti ve bir gün bir âlim ülkeye geldi mektuplarla hükümdarı uyardı ama üzerine gitmedi…
Tek tek evlerde irşat faaliyetlerinde bulundu…
İslam’ı anlattı, anlattı ve anlattı…
Kırmadan, dökmeden, göze batmadan yaptı bütün bunları…
O kadar seveni olduki insanlar yaptıkları hataları fark ettiler…
Hükümdar çeşitli cezalar verdi ama halkın topyekûn hareket etmesi o alimi adeta dokunulmaz kıldı, beş yıl, on yıl, yirmi yıl durdurulamayan bu harekete Ekber Şah’ın oğlu Cihangir de dahil oldu,tabi oldu, talebesi oldu...
Fıtrat dini olan İslam’ın tüm din ve dindarları etkileyerek zafer kazanmasına vesile olan zat İmam-ı Rabbani’den başkası değildi...
Aslı ortadan kaldırmak için benzerlerini çıkarırsınız; önce gözler alışır, sonra kulaklar, sonra neden olmasın, önemli olan iç güzelliğimiz safsataları gelir ve birde bakmışınız asıl kaybolmuş...
Bu zamanda insanların, çocukların, zalimlerin topyekûnzulümleri bizlere filmlerle, reklamlarla, alıştıra alıştıra verilen zehirlerle aşılandığı için büyük zulümlere karşı insanımız yeterli tepkiyi verememekte…
Çünkü artık sıradandır sahile vurulan çocuk, zalimin zulmü, paranın gücü normaldir ve bu hep böyle olacaktır…
“Acele etmeyin ABD gelir kurtarır mazlumu nasıl olsa”algısı damarlarımızda yer edindi edileli boykotlarımız, tepkilerimiz birkaç laf söyleme,birkaç kınamadan öteye gitmez oldu…
Kızarız ama yanında saf dururuz, söveriz ama gider paramızı veririz…
Tüm algı operasyonları, sadeleştirmeler, yumuşatmalar, maskelemeler hep aslı bozmak için yapılmış ve yutturulmuştur…
Kahrolsun Siyonizm derken elindeki sigara ile alkış tutmak kadar zavallılık yoktur bence...
Bakın dünyadaki bu savaşlar İmam-ı Rabbani ruhlu insanların ortaya çıkmamasından kaynaklanır…
Lozan ile, Sevr ile, sınırlar ile, ambargolar ile, tecritler ile yeni bir din, dil, tür oluşturmuş dünya ağalarının korkusundan ileri gelmekte olan bu kan ve gözyaşıdirilişin önüne geçme mücadelesidir…
O yüzden “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz…”
Boykotumuzu, kınamamızı,desteğimizi adam gibi yapalım, safımızı da adam gibi belirleyelim ki adam gibi karşılık bulalım…
Zira ne mızrak çuvalda durur, ne terazi bu kadar sıkleti çeker vaziyetteyiz...